Görkem Evci – Kurtuluş Savaşı’nın son safhası olan ve 26 Ağustos 1922 günü başlayan Büyük Taarruz’un sonunda 9 Eylül’de Türk ordusu İzmir’e girmiş, böylece üç yıl önce işgal edilmesinin ardından “kurtuluş” ateşinin ilk kıvılcımlarını doğuran kent, artık zaferin simgesi olmuştu. Başkomutan Mustafa Kemal Paşa’nın 10 Eylül’de İzmir’e gelişinden birkaç gün sonraydı; Uşşâkizâde köşkünün geniş holünde Mustafa Kemal Paşa ile gazeteciler Falih Rıfkı ve Yakup Kadri kahvaltı ediyordu. Falih Rıfkı, “havadan sudan” sohbeti bozan bir soru sordu: “Paşam, kazandığınız zaferi askerî ve siyasî yönlerinden bize anlatmak lütfunda bulunur musunuz?” Mustafa Kemal Paşa, Yakup Kadri’nin deyimi ile ilk önce bu isteği şakaya alarak -aslında bir yandan da heyecanını ve mutluluğunu göstererek- “A çocuğum”, dedi, “ben de ne yaptığımı biliyor muyum? Adeta bir rüya görmüş gibiyim.” Hemen ardından da “başkumandan ciddiyetini takınarak Afyon’dan İzmir’e kadar cereyan eden savaş hareketlerinin tablosunu çizmeye başladı.”
Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun anılarını anlattığı “Politikada 45 Yıl” kitabı, bu sahneyle açılır. Mustafa Kemal Paşa, önce askerî, ardından siyasî vaziyeti iki genç gazeteciye uzun uzun anlatır. Bunlar yine Yakup Kadri’nin deyimi ile “İlk defa olarak bizzat Türk Orduları Başkumandanı ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Reisi’nin ağzından, dış âleme bir mucize gibi görünen zaferin sır”larıdır. Mustafa Kemal, o sırları yıllar sonra Meclis kürsüsünden de anlatacaktır.
Şartlar çetin, Meclis kaynıyor
Atatürk’ün Nutuk’ta da anlattığı gibi zafere giden yolun siyasi şartları da askerî şartları da oldukça çetindi. Sakarya Meydan Muharebesi’nden (23 Ağustos-13 Eylül 1921) sonra ordunun bir an önce taarruza geçmesi gerektiğini söyleyenler de vardı, Irak sınırından İngilizlere karşı taarruz başlatılmasını savunanlar da… Mustafa Kemal Paşa da taarruz taraftarıydı ancak kapsamlı bir hazırlıktan sonra. Ona göre “yarım hazırlıkla yapılacak taarruz hiç taarruz etmemekten daha fena” idi. Buna tarihten de örnekler gösteriyor, Viyana’ya kadar giden Osmanlı’nın geri çekile çekile “içinde düşman bulunan bu vatanı miras bıraktığını” söylüyordu. Bu nedenle de bu son vatan parçasını kurtarırken temkinli olmak gerekiyordu.
‘Bırakamam, bırakamayacağım’
Kütahya-Eskişehir Muharebelerindeki mağlubiyetin ardından 5 Ağustos 1921’de Başkumandanlık Kanunu ile Mustafa Kemal, Meclis’in bütün yetkileriyle donatılarak başkumandan olmuştu. Başkumandanlığın devamı için, kanunun her üç ayda bir uzatılması gerekiyordu. Uzatılması her defasında bir olay haline gelen kanun, Mayıs 1922’de çoğunluk sağlanamadığı için uzatılamadı. 6 Mayıs günü gizli oturumda kürsüye çıkan Mustafa Kemal Paşa, muhaliflerin iddialarına yanıt verdikten sonra şöyle dedi: “Meclis’te tecelli eden oya göre, derhal kumandadan el çekmek isterdim. Fakat telafi edilemez bir fenalığa meydan bırakmamak mecburiyeti karşısında bulundum. Düşman karşısında bulunan ordumuz başsız bırakılamazdı. Dolayısıyla, bırakmadım, bırakamam ve bırakamayacağım.”
Bu konuşmanın ardından kanun bir kez daha uzatılırken, 20 Temmuz’da başkumandanlık süresiz olarak verildi. Muhalif gruptan ordunun durumunu sorgulayan, taarruz edemeyeceğini savunan söylemler ise kesilmedi. Oysa Başkumandan, haziran ortalarında taarruz kararını çoktan vermiş ancak bunu yalnızca Fevzi ve Kâzım paşalar ile Batı Cephesi Kumandanı İsmet Paşa’ya söylemişti. Tüm zorluklara rağmen, bir halkın hürriyet rüyası, seneler süren işgal kâbusuna galip gelmek üzereydi. Haftalar sonra Başkumandan’ın dilinden dökülecek “bir rüya gibi” sözleri, bir halkın hislerinin tercümanıydı belki de.
GİZLİ HAZIRLIKLAR
Önce maç, sonra çay daveti
Atatürk’ün Nutuk’taki tarifi ile düşman cephesi, Marmara’dan Menderes’e kadar uzanıyordu. Atatürk, iki orduyu şöyle karşılaştırıyordu:
“İnsan ve tüfek kuvvetleri yaklaşık denk bulunuyordu. Yunan ordusunun makineli tüfek, top, tayyare, nakliye vasıtaları, cephane ve fenni malzeme bakımından özel üstünlüğü vardı. Bizim ordumuz süvari miktarı itibariyle üstünlüğe sahip bulunuyordu.”
Mustafa Kemal Paşa ve Fevzi Paşa, 27 Temmuz gecesi Batı Cephesi Karargâhı’nın bulunduğu Akşehir’de plan üzerinde çalıştı. 28 Temmuz’da subaylar arasındaki bir futbol maçını izleme “kamuflaj”ı ile ordu ve bazı kolordu komutanları Akşehir’e davet edildi.
Gece Mustafa Kemal Paşa, komutanlar ile taarruz hakkında fikir alışverişinde bulundu. İsmet Paşa 6 Ağustos’ta ordularına gizli olarak taarruza hazırlık emrini verirken Mustafa Kemal Paşa Ankara’da harekât hakkında hükümeti ve vekilleri bilgilendiriyordu. Gazeteler, Mustafa Kemal’in Ankara’dan ayrıldığı anlaşılmasın diye “Çankaya’da çay ziyafeti verdiğini” yazarken ise o, gece otomobille gizlice Konya’ya geçmiş ve 20 Ağustos’ta Akşehir’deki Karargâh’a varmıştı.
26 AĞUSTOS, SAAT 05.30
Toplardan çıkan hürriyet naraları
Tüm hazırlıklar büyük bir gizlilikle yürütüldü. Her hareket, gecenin karanlığına saklandı. 24 Ağustos’ta karargâh Akşehir’den cephe gerisindeki Şuhut’a taşındı, 25 Ağustos sabahı Şuhut’tan Kocatepe’ye…
26 Ağustos sabahı, saat 05.30’da toplar, yıllar süren işgale karşı hürriyet naraları gibi patlamaya başladı. İki günde düşmanın müstahkem cepheleri düştü ve 30 Ağustos’a kadar Yunan ordusu kuşatıldı. 30 Ağustos’ta Başkumandanlık Muharebesi ile kesin zafere ulaşıldı. Ancak ordunun yürüyüşü o meşhur emirle İzmir’e kadar sürecekti: “Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz’dir. İleri!”
İzmir’de görüşenler ve görüşemeyenler!
Ordu “ilk hedefi”ne ilerlerken İzmir’deki İtilaf devletlerinin konsolosları, Mustafa Kemal Paşa ile müzakerede bulunmak için gün ve tarih soruyordu. Muzaffer komutandan yanıt geldi; “9 Eylül’de Nif’te (Kemalpaşa) görüşebiliriz!” Fakat görüşemediler. Çünkü “Görüşme isteyenler orada değildi. Ordularımız İzmir rıhtımında ilk verdiğim hedefe, Akdeniz’e varmış bulunuyorlardı.”
Yalnız İzmir’de görüşenler de vardı. Dokuz ay önce, İsmet Paşa, Yakup Kadri’ye “İzmir’de görüşeceğiz” demişti. Büyük Taarruz’un başladığı haberini İstanbul’da alan ve İsmet Paşa’ya hitaben büyük bir heyecanla yazdığı açık mektubuna “Muzaffer toplarınızın, şenlik günlerinde davul sesleri gibi gürlemeye başladığı şu dakikada hiçbir şey bana sizi hatırlamak ve size hitap etmek kadar tatlı ve ulvi görünmüyor” diye başlayan Yakup Kadri, zaferin ardından İzmir’de, Uşşâkizâde köşkünde Mustafa Kemal Paşa’yı dinlerken kapıda görünen de İsmet Paşa’dan başkası değildi.